ÇİFTÇİ İLE YAZAR
Çiftçi ile yazar arasında hiç bir fark yoktur. Birinin işi tarlası, diğerininki kalemi, kağıdı...
Yazar yazmaya başlayınca tarlasına tohum saçan çiftçi gibidir. Aynı onun tohuma tarlaya savurması gibi kağıdı ve kalemi ile harfleri/cümleleri birbirine bağlayıp, metinlerini; gerçeklik, hakikat ve doğruluk üzerine bina eder... Bitince yazma işi tıpkı çiftçinin yağmurları beklemesi gibi arkasına yaslanıp yazdıklarını gözden geçirir. Çiftçi tohumların arasında -ondan izinsiz- çıkmış ayrık otlarını temizleyip mahsülün iyi olması için gübre saçarken o da kendisini her kesimden anlayacak okuyucu ile buluşup yanlış manalara çekilmeye müsait kelimeleri metinden çıkartıp, konuyu doğru yansıtacak başka betimlemelerle cümlelerini zenginleştiriyordur. Hasat vakti geldiğinde her ikisi de ortak bir heyecanı sırtlanır. Merak...
Çiftçi mahsulünün kalitesine ve onu yüksek bir fiyata satıp bir yıl boyunca eline geçen parayla geçinmenin risklerini üstünde taşıyarak emeğinin karşılığını almayı beklerken, yazar da yazdıklarının arkasından gelecek okuyucu kitlesi ile hemfikir olmanın getirdiği sonuç oranınca takip edilmeyi, alkışlanmayı, parmakla gösterilmeyi amaçlamaktadır. Bir ürünün ve bir yazının kalitesi kadar onu kimin tükettiği de önemlidir. İyiden, doğrudan, kaliteden anlayan objektif değerlendirmelere sahip üstün nitelikler/üstün meziyetler taşıyabilen bir insanın seçiciliği ile değer görmüş bir ürün, elbette hak ettiği fiyatı/alkışı alacaktır. İşte o zaman kendisini kimin alkışladığını bilen bir sanatçı ile ürününün sayesinde ondan mükellef sofralar kuran aşçının mahsülüne sahip çıktığı, çiftçinin keyfine diyecek yoktur...
Saygılarımla
|